Karaca Yiğit Pehlivanlı, Alper Akcasoy’la birlikte sürdürdüğümüz podcast programımız Arayışlar neredeyse bir yaşına girecek. Geride bıraktığımız çok tuhaf bir yılın ardından programı belirli aralıklarla sürdürmeyi başardık. Bizim için kıymetli bir zafer sayılabilir. Eskiden, çok eskiden akşamları dışarıya çıkabildiğimiz zamanlarda, her bir araya gelinen bira masası sohbetlerinde ana istikametimiz hep müzik olmuştu. Dolayısıyla, bir yıllık kısa özette programlarımızda müziğe biraz torpil geçtik galiba. Yine de Sezen Cumhur Önal replikası olmamak adına farklı alanlar üzerine de sohbet etmeyi, düşünmeyi hatta konuk almayı da ihmal etmedik. Parti programı özeti gibi duran paragraftan kendimizi azıcık uzaklaştırıp, hem Arayışlar’ın isim kaynağını, neler yaptığımızı ve bundan sonra neler yapmak istediğimizden bahsetmek isteriz.
Arayışlar ismini Erkan Oğur’un “Perdesiz Gitarda Arayışlar” albümünden ilhamla bulduk. Erkan Oğur, bu albümde müzikal anlayışında, sınırları aşıp, yönsüzlüğün verdiği özgürlükle yeni arayışların peşine düşmüştü. Bir podcast programı için elbette, bizim Erkan Oğur kadar derinlikli bir amacımız yok. Lakin hissiyat olarak onunla ortak bir yerde buluşmaya çalışıyoruz. O da cevaplardan çok yeni sorular sorarak, kalıplara sığmayan, kendi arayışlarını peşine düşen insan hikâyelerinin peşine düşüyoruz. Her programda müzikten, edebiyata ve farklı alanlara da sirayet edecek şekilde hasbihal edip, bu alanlar üzerinden yönsüz, özgürce serbest gezintilere çıkıyoruz. İlk programda üzerine konuştuğumuz Bülent Ortçagil mesele buna iyi bir örnek olsa gerek. Ortaçgil, uzun yıllardır Türkiye müzik tarihinde müzikal kalıplara sığmayan, her albümünde yeni bir sözün, melodinin arayışı içinde olan bir müzisyen. Biz de ilk programda Ortaçgil’in ayak izlerini bıraktığı melodik ve sözel arayışlarının izinde kısa bir yolculuğa çıkmıştık.
O yolculuk ve açık denizler bizi bir sonraki programda Tülay German’la buluşturmuştu. German’ın müzikal personası ve arayışları Erkan Oğur’la bir tür ruh kardeşliği taşıyor aslında. Neresi doğu, neresi batı? Tarifi zor olan bu tanımlar ve verili kimliklerin haricinde German, “Batı” müziğini burayla eşleştirmeyi başarmıştı. Bu programdan sonra, hayatımızın en tuhaf Mayıs ayında Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanı ve onu sinemaya uyarlayan her adını andığımızda burukluk veren, anısına hep saygı duyduğumuz Seyfi Teoman’ın aynı adlı filmindeki arayışların peşine düşmüştük. Zamana yenik düşen ve imkânsız bir aşkın tam ortasında debelenip duran iki orta yaşlı Ankaralı Ender ve Çetin’in hikâyesi çay edebiyatı gibi duracak bir cümle de olsa yaşam denilen muammaya dair bir sorgulamaya ve devamlara dair bir arayışa götürüyordu bizleri. Ender ve Çetin’le oturduğumuz gündüz rakısı muhabbetinden hemen sonra istikametimiz Batu Akyol’un Türkiye’de Caz belgeseli oldu. Akyol’un belgeseli, tıpkı Ortaçgil’de be German’da olduğu gibi müziğin sınırları aşan bir arayış olduğunu hatırlatıp, aynı zamanda Türkiye’nin kendini dünyada tam olarak nereye konumlandırdığına dair sorgulamayı içeriyordu. Size ait olmayan bir müzik türünü nasıl size ait kılarsınız ya da yorumlarsınız? Bu sorunun orta sahadan çıkardığı ara pas bizi bir inat hikâyesine götürmüş ve 1990’lı yılların başında Türkiye’de kulaktan kulağa yayılan bir efsaneye dönüşen Batu Mutlugil, Yavuz Çetin, Sunay Özgür ve Kerim Çaplı’dan oluşan Blue Blues Band’in hikâyesine odaklanmıştık. Sertan Ünver’in 2017 yılında çekmiş olduğu Blue belgeseli de bizim önemli bir referans noktası olmuş.
Sadece Türkiye’nin değil dünya çapında iki müzisyen Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’nın zorluklarla mücadele edip, hayata tutunmaya çabalarını ve müzikal arayışlarını bir inat hikâyesine dönüştürmelerini anlatmaya çalışmıştık. Blue’dan sonra hafif efkârlı bir ruh haliyle kendimizi, 1950’li yıllara Ankara’da Ulus’taki efsanevi Kürdün Meyhanesi’nde bulmuştuk. Fahir Aksoy’un kaleme aldığı ve bir dönemin tanıklığını kağıda aktardığı Kürdün Meyhanesi’nde çevremizde Orhan Veli, Çetin Altan, İlhan Berk gibi yazarlarla mütevazi bir rakı sofrasında buluşmuş. İlla ki “Ne olacak bu memleketin hali?” demiştik. Meyhaneden çıktıktan sonra Berlin’den gelen bir telefonla Rehavet Havası öykü kitabının ve Gözümün Nuru’sun filmin yazarı Deniz Arslan’la görüşmüştük. 1980 kuşağı orta sınıf çocuklarının arayışlarını, taşra sıkıntısını, televizyon üstü dantelleri, kalabalık aile ortamlarını, Bruce Springsteen’in Banaz’a konsere gelme ihtimali üzerine konuştuk. Berlin’den sonra elimizde bavulla Barış Manço’un 7’den 77’ye programı misali Detroit’e uzanmış. Burada dünyanın en bahtsız ve en gerçek olmayacak kadar gerçek müzik hikâyesi Sugar Man, Sixto Rodriguez’in kendi evinde mağlup deplasmandaki şampiyonluğuna uzanmış. Onun kıtalar arası müzikal arayışına, tevazusuna ve inat öyküsüne odaklanmıştık. Arayışlar serişimizin şimdilik son programında bağımız belgeseli Enver Arcak’la bir araya gelmiş, kent belleğini, dijital kültürü ve hafızayı konu edinmiştik. Kentlerin tarihi bu kadar alt üst olurken onun hafızasını nasıl diri tutacağız? Enver Arcak’ın belgesellerinde peşine düştüğü bu sorulara yanıt bulmaya çalışıp, yeni soruları sohbeti nihayetlendirmiştik.
Arayışların geleceği
Podcast son birkaç yıldır büyük ivme kazanmış kıymetli bir ifade alanı. Biz de bir yılı aşkındır Podfresh bünyesinde podcast ekosisteminde sürdürmeye çalıştığımız Arayışlar’da kafamızdaki sorular yanıt bulmaya, yeni sorular sormaya çalışıyoruz, kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Gerek müzik de gerekse de başka alanlarda kendini ifade etmeye çalışan, arayışlarını sürdüren insanların peşine düşerek, hikâyeler topluyoruz ve onları aktarıyoruz. 1990’lı yılların TRT 2 ciddiyetine çok düşmeden, tesadüf eseri güzel bir cumartesi günü bira içmek için yan yana gelmiş arkadaş ortamı havasında, arayışlarımızı ve sohbetlerimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde de hem yeni konu başlıkları hem de yeni konuklarla birlikte mevzuları aramaya devam edeceğiz. Rehavet mevsimi kapıda bazı zamanlar tembellikle de flört etmeyi unutmadan. Arada belki, size San Marino’dan sesleneceğiz oradan son gelişmeleri aktaracağız, bu da ufak bir sürpriz olarak kenarda dursun. Son olarak bize en başından beri teknik destek olan, seslerin mix’lerini alan Oğuz Ürediler’e şükranlarımızı sunar ve bizleri dinleme nezaketinde bulunan herkese teşekkür ederiz.
Esen kalın.
Can Öktemer