PodioMag’in bu sayısında yılların radyocusu, sabahlarımızı modernleştiren en güzel ve eskimeyen seslerden birini, Ege Kayacan’ı ve podcast programı Mikrofonika’yı konuk ederek radyoculuktan podcaste geçiş deneyimlerini konuştuk. İlkan Akgül’ün keyifli sohbetiyle…
Ege Kayacan: PodioMag’in kapağında olmak beni gerçekten çok heyecanlandırdı İlkan, bu arada kapak fotoğrafı çektirirken başımıza gelen talihsiz olay için kusura bakma. Ben kapak olunca illa erotik fotoğraf olması lazım diye düşündüm ve yağlı vücutla hazırlıklı olarak karşına çıktım. Bu seni rahatsız etti farkındayım ama podcastlerde sonuçta her zaman sesimizle varız, bi firsat bulmuşken güvendiğim fiziğimi de göstermek istedim, sen de gördün!
İlkan Akgül: Göz ucuyla görmüş gibi oldum bakmamaya çalıştım ama helal et abi.
E.K: Eyvallah, çok ayrıntılı baksan da görecek çok bir şey yok aslında uzaktan da görsen aynı yakından da görsen aynı.
İ.A: Abi zaten kapakta her şey meydanda olacak, biz akışına bırakalım. Konuğumuz olmayı kabul ettiğin için çok teşekkürler, Onur’la Ali sürekli olarak seninle yaptıkları programları sağda solda paylaşıyor. E tabi bizim de ister istemez keyfimiz kaçıyor, o yüzden burada seninle birlikte olmak çok güzel.
E.K: Çok teşekkürker. Onlarla program yapmamızın kolaylıkları var. Ali radyoya da geliyor, canlı sohbeti daha çok seviyorum. Onur çay içerken Ali ile podcastimizi kaydediyoruz, Ali çayını içerken de Onur’la yapıyoruz. Bir günde iki bölüm çektiğimiz bile oluyor.
İ.K: İyi yapıyorsun, Onur ve Ali gibi insanları yakalamışken etinden, sütünden, kemiğinden her şeyden yararlanmak lazım. Hatta son dövüş sanatlarından bahsedilen yayınınızı da dinledim oldukça keyifliydi! Peki abi, Siri bizim dostumuz mu düşmanımız mı? Yayını dinlerken şunu farkediyorum: Siri insanı vezir de eder rezil de!
E.K: O konuda kafamda bazı soru işaretleri var. Ben speech to text özelliğini kullanıyorum ve hiç umulmadık kelimelerde çok başarılı, basit şeylerde de rezalet işler yapabiliyor. Muhasebeyle ilgili bir soru sormak için birine ‘Gülcan Hanım’ ile başlayan bir şey yazdırdım Siri’ye, sonra mesajın başına bi baktım ‘Gülcanım’ diye başlamış. Aslında hayatınızı kolaylaştırmaya çalışıyor. Belki ben en başından Gülcanım diye konuşsaydım işlerim daha kolay çözülecekti. Bizim akıl edemediğimizi akıl edebiliyor da olabilir, başka dertleri de olabiliri
İ.A: Yapay zekaya tam yetki verdiğin zaman böyle istismar edebiliyor! Bu arada daha çok saçma şeyler duydum yapay zeka yüzünden, sen biraz şanslıymışsın. Peki nasıl yarattın bu format ve içeriği? Bana delilik gibi geliyor çünkü.
E.K: Zahmetli tabii ama podcast işine soyunduğumda (yine sözü soyunmaya getirdim), pandemi başladığında evde yaptığımız yayınlarda, interaktif kısmı hayata geçiremiyorduk ve program sönükleşiyordu. Onu yapamıyorsak bari ara verelim dedik, insanlar da normale dönsün istedik. Sabah kuşağında işe gitmeyen insanlar yokken de sabah kuşağı bizi zorluyordu. 20 yıllık radyocu olarak şuna ihtiyacım oluyor hep: Biri haber veriyor, ben o haberin üzerine espriler ve şakalar yapıyorum. Stand-up komedilerinde kullanılan haberi verip espri yapmak ise bende kendisine pas atıp golü de atma hissini uyandırıyordu. O haberi birileri verse nasıl olur acaba diye evde acaba haberleri bilgisayara mı okutsam diye bir düşüncem vardı ama radyo yoğunluğu içerisinde çok zahmetliydi. Ama 2-3 dakikalık podcast işleri için çok ideal bir hale geldi ve neredeyse 1 yıldır aklımda olan şeyi Mikrofonika’da kullanmaya başladım.
İ.K: Aslında programlarında asist alacağın konuklarında var ama Siri yine de pastanın üzerinde kalan son Çilek gibi çok güzel bir tat katıyor. Sadece Siri ile sohbet kısımlarını kesip loopa aldığımı biliyorum!
E.K: Sonuçta bir kadın dokunuşu da gerekiyor programa çoğu zaman. Ali ile Onur’la hanzo hanzo konuşurken Siri kadar da kadınsı bir şey bulamıyorum!
İ.K: Demin komediden bahsetmişken, sen uzun yıllardır komedyensin, stand up da yaptın. Hem radyoda hem sahnede seyirciden aksiyonu ve dönüşü daha çabuk alıyorsun. Sahnedeyken şakanı yapıyorsun, alkışı ve kahkahayı alıyorsun. Radyodayken şaka yapıyorsun, iki dakika sonra bir konuk alabilirsin. Ama podcast en azından Türkiye’de radyo kadar kadim ve geleneksel bir yayın organı olmadığı için geri dönüşü belki bir hafta sonra belki iki hafta sonra alıyorsun belki de hiç almıyorsun. Bu bağlamda yeni bir platforma geçerken yaşadığın bir zorluk oldu mu, adaptasyon sorunu yaşadın mı? Radyocu ve podcasterlık kimliğini bir kantara koyduğunda ne gibi farklar var?
E.K: Radyoculuktan sonra podcast işine girmek, aynı aletleri kullanıp bambaşka şeyler yapmak. Radyo tecrübesini podcaste aktarmak gibi bir düşünce var ama sadece kullanılan aletler ve kayıt teknolojileri aynı. Onun dışında içerik radyodan çok farklı. Radyoda fabrikasyon bir yayın vardır, düzenli bir konuğun olmalı ve o trafiği yönetmek oldukça zorlayıcı bir durum. Podcastte ise bu benim kontrol edebildiğim bir olgu. Konuşacak enteresan konuklar bulmak beni o kadar zorlamıyor. Programda konuşsak ne güzel olurdu diye düşündüğüm herkesle konuştum. Radyoda çok genele hitap etme durumu olduğu için, sormak istediğim şeyleri birçok insana soramıyorum. Anlattığım şeylerin de 10 kişiden 2 kişinin ilgisini çekeceğini düşünüyorum, diğer 8 kişiyi de kaybetmemek adına zorda kalıyorsun radyoda ama podcastte böyle değil. Podcastte rahat ve argo konuşmanın cazibesi birkaç bölüm sonra bende gitti. Sen nasıl beni çıplak gördükten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı, argoyu istediğin gibi kullanabildiğinde de o konulara girmene gerek kalmıyor. Ya çok sert argo kullanacaksın ki onu da kullanınca bip sesleri kullanıyorsun, bip sesleri daha iyiydi halbuki. Acaba ucuz bir esprinin peşinde mi koşuyorum gibi hissettim ama o ucuzluğun da hastasıyım. Biraz insanları ürkütür mü acaba diye düşündüm ve pek çok kişiye de sansürsüz halini dinlettim ve herkes ayrı bir lezzet aldı. Argo konuşma özgürlüğü değil, bir konuyu derinlemesine ve sınırsız konuşabilme kısmı beni daha çok heyecanlandırıyor.
İ.A: Aslına bakarsan podcastte de bir rutin ve düzenin var. Haftalık yapıyorsun ama tabi üretim ve tüketim dinamikleri farklı. Peki podcast dinleme ve tüketim alışkanlıklarında ilginç refleksler oluştu mu? Mesela radyo dinlerken “Ulan bundan güzel olur” diyor musun ya da arkadaşlarını “sen podcast yapmalısın” diye darlıyor musun?
E.K: Ben zamanında Çifltik Bank’a girmiştim ve bütün arkadaşlar “Gel gel sen de gir” havasına girdi. Anlatmak istediklerini tam da istediğin gibi anlatabileceğin bir platform yakaladığında, istiyorsun ki anlatacak bir şeyi olacak herkes buna dahil olsun. Çok insan var ama ben onları kendi programlarını yapma konusunda uyandırmak yerine kendi programıma konuk olarak almayı tercih ediyorum.
İ.A: Peki dinleyici geri dönüşleri nasıl? Evet şu anda podcast zevkli bir tüketim aracı ancak radyo tüketmek de doğrusunu söylemek gerekirse ayrı bir hava. Dinleyicilerinden hiç “Abi sen radyoda iyiydin be!” diyenler oldu mu?
E.K: Hiç öyle bir dönüş almadım. Modern Sabahlar dinleyicileri ile şöyle bir ilişkimiz var: Hepsi ‘ne kadar çok konuşursak o kadar dinlemeye hazır’ insanlar ki Modern Sabahlar’ın da 22. Yılına girmesini sağlayan şey de bu. Dinleyicilerimizin çok büyük bir kısmı da ayrıca podcast kültürünün içinde. Biz Radyo ODTÜ’de başladığımızda en yoğun şekilde podcast haline getirilen program bizimkiydi zaten. Bir de Radyo ODTÜ yereldi ve Ankara’da öğrencilik yapanlar, şehirlerine geri döndüklerinde Modern Sabahlar’ı dinleyemiyorlardı. Ancak podcast sayesinde o alışkanlık oturdu ve nereye giderlerse gitsinler düzenli olarak programdan haberdar olmaya başladılar. Dinleyicilerimizin bir kısmı zaten Modern Sabahlar’ı takip ettikleri için Mikrofonika podcast çıktığı zaman da yarım saat fazla konuştuğum ekstra bir yayın olduğu için sevindiler.
İ.A: Herkesi mutlu etmek de kolay değil ancak sen dinleyicilerin bakımından da şanslısın. Günün sonunda dinleyicilerin gözünden baktığında, sevdiğin insan seninle yarım saat daha fazla sohbet etmiş oluyor. Bu ilişkiniz umarım hep böyle devam eder. Şunu düşünür müsün; yayın için hazırlanmaya başladın, notlarını aldın, kayda girdin, çıktın ve editledin. Girdisi çıktısı ne kadar zamana mal oluyor?
E.K: Siri ile kayıtları nasıl yapacağım konusunda her hafta değişik metodlar deneyerek hızlanıyorum. Sohbet kısmı 20-25 dakika içinde tutmaya çalışıyorum, çok akıyorsa 40’a da uzuyor. Sohbet güzelse zaten ekstra bir kurgu olmuyor ve o durum çok rahat. Biriyle sohbet etmek benim için çok yeni. 22 yıl Fahir ve Oktay’la geçtiği için onlarla konuşmaya alışkınım ve seninle ya da başkasıyla konuştuğum gibi konuşmuyorduk. Birbirimize neyi ne zaman söyleyeceğimizi ve söyleteceğimizi biliyorduk. Duvarda tek başına tenis oynar gibi bir havası vardı programın. Baktığında karşılıklı konuşuyorduk ama aslında sen konuşuyordun, karşı taraf da seni anlattırıyordu gibi bir hava yaratılıyordu. Birbirimizle konuşmayı iyi bilen insanlar olarak dışarıyla nasıl konuşulur, ondan istediğin gibi Fahir tarzında espri nasıl yakalarsın denemeleri sonucu aslında o tarz bir esprinin normal insandan çıkmayacağına ikna oluyorsun. Biz radyoda deli gibi iş yaptığımız için nerede nasıl delireceğimizi de biliyorduk ve normal insanlarla konuşunca insanların durduk yere delirmediğini görüyorsun. O aranan da bir şey, bir yerden sonra karşındaki delirmeyince bari ben delireyim diyorsun.
İ.A: Peki bu senin için herhangi bir gerginlik unsuru ya da ekstra heyecan yaratıyor mu? 23 yıl muazzam bir alışkanlık. Reflekslerini, tepkileri her şeyi biliyorsun. Ama örneğin “karşımdaki delirmiyor” dedin demin. Yani alışkın olduğundan farklı reaksiyonlar var.
E.K: Bu genel hayatla ilgili bir şey gibi geliyor bana. Mesela Kayınvalideme bazen saçma sapan şeyler söylerim, herkes güler, o da inanır. Sonra eşim gidip “Hala mı inanıyorsun böyle şeylere?” diyor gülüyoruz. Ben ilk defa konuştuğum biriyle konuşurken arka arkaya yalanlar söyleyeyim belki güler diyorum ama bi bakıyorum inanmış. Saçma sapan bir yere gidiyor. En sevmediğim şey de sonrasında “Tabi şaka bunlar” diye belirtmek ve bir saat konuştuğum şeylerin üzerine darbe indirmek.
İ.A: Her yeni arenada bir şeyleri keşfetmeye çalışmak çok zevkli olsa gerek. Peki orta vadede Mikrofonika’yı dinleyen insanları neler bekliyor? Format böyle mi ilerleyecek? Mesela Siri’nin yanında başka sesler olacak mı?
E.K: Siri’nin yanına başka ses eklemek zorlaştırır mı diye düşünüyorum ama iyi anlaşabilecekleri bir ses gelirse ben aradan çekilip kahvemi içerim ancak podcast de benim podcastim gibi görünür! Bende hala stüdyoda karşılıklı sohbette daha rahat olma alışkanlığı var. Senle mesela şu saatte bilgisayar başında olalım diye mesajlaştık. Onun yerine “yarın sabah 06:30’da stüdyoya gidersen kayıt yapalım” desen çok daha kolaydı. Bu, yeni alışkanlıkları oturtmakla ilgili bir şey. Pandemi döneminde evinden televizyona bağlanmayı başaran gazeteci ve yorumcular var ya, geçtiğimiz Mart ile bugünleri arasında çok fark var resmen öğrendiler bu işi. Ben de önümüzdeki dönemde bu eski alışkanlıkları kıracak şekilde imkanları zorlamak istiyorum. Teknolojik olarak da yapılacak birçok şey var.
İ.A: Yeni teknolojileri kullanmak istiyorsun ama mesela bir göz teması arıyor musun? Bazı konular vardır ki mimik ya da el hareketi görmek istersin. Ben podcast partnerimle şahsen öyle yapıyorum.
E.K: Beraber yan yana konuştuğun insanlarda “Bi sus sana soru sorucam”ı işaret edebiliyorsun kaş göz ile. Çeşitli anlaşma şekilleri var. Bu da sohbet sırasında edindiğimiz bir tecrübe. Ben radyoculuğa başladığımda bu kadar yoğun bir dinleyici etkileşimi yoktu. Çok telefon aldığım programlardan önce zaten duvara konuşmuştum. O da insanın karşısında kimse olmadan heyecanla bir şey anlatma konusunda kolay bir tecrübe değil ve deli işi. Ve buna radyoculuk diyorlar. O yüzden podcast kayıtlarında da bu tecrübemi yansıtıyorum. Yüzyüze konuşmanın tadı ayrı ama bunun da ayrı bir tadı var. Bunu bir eksiklik olarak değil de başka yeni bir şeyin yolu olarak görürsek başka türlü yaklaşarak bunun imkanlarını da zorlama şansımız var bence.
İ.A: Ege abi konuğumuz olduğun için çok teşekkürler. Bu arada fotoğraf çekiminde de sana bakmamak için kafamı çevirip bir fotoğraf çekmiştim ama o kaymış, sen yayından sonra atarsın bir fotoğraf.
E.K: O kayma şeyden oluyor. Normalde de öyle… Senden kaynaklanan bir hata değil onu söylemek isterim!